Bükreş Transilvanya gezimiz, Perşembe akşamı saat 22.00 sularında İstanbul Harem Otogarı’ndan tur otobüsümüze binerek başladı. Sırasıyla Mecidiyeköy ve Bakırköy’den aldığımız diğer konuklarımızla yola koyuluyoruz. Turumuzdaki kırk iki gezginden; dokuzunun erkek, geri kalanın kadın yolcu olması dikkatimizi çekiyor. Kadınların sosyalleşmesi, kendilerine zaman ayırması ayrı bir güzellik… Takdir ediyor, kutluyoruz kendilerini.
İlk durağımız Edirne Dereköy sınır kapısı. Geçişimizi yaptıktan sonra sabaha kadar uzun bir yol bizi bekliyor: Bulgaristan’ın kuzeydoğusundaki Karadeniz sahilinde bulunan Burgaz ve Varna. Her taraf yemyeşil, uçsuz bucaksız tarlalar. Rehberimizden öğreniyoruz, büyük şirketlerin kiraladıkları tarım alanları bunlar… Yolun her iki yanında, değişik ürünlerle bizlere eşlik ediyor. Burgaz’da mola vermeden Varna’ya iniyoruz sabahın ilk saatlerinde. Burada kısa bir kahvaltı molası veriyoruz ve çevreyi turluyoruz; sahili, güzelliğiyle şaşırtıyor bizleri. Akdeniz’de bulunan sahillerimizdeki kumsallar gibi ince kumla kaplı upuzun kıyı şeridi, turistik tesislerle dolu. Büyülüyor bizleri. Evlerimizden getirdiğimiz atıştırmalıklarla kahvaltıyı aradan çıkarıyoruz.
BULGARİSTAN’IN SINIR KENTİ RUSÇUK
Tekrar otobüsümüzdeyiz; şimdi hedefimiz Bulgaristan’ın Romanya ile sınır kenti Rusçuk. Burada sınırı çizen Tuna nehrini geçerek Romanya’ya doğru yol alıyoruz. Nehrin genişliği çok dikkat çekici, neredeyse İstanbul Boğazı’yla yarışacak. Burada da yol boyunca büyük ticari tarlalar dikkatimizi çekiyor Yaklaşık iki saatlik bir yolculuk ile başkent Bükreş’e varıyoruz, saatler akşamüzerini gösteriyor. Şehre güneyden girişteki yeni binalardan sonra Baltık mimarisi eski yerleşimde bizleri karşılıyor. Panoramik bir şehir turundan sonra rehberimiz bize serbest zaman tanıyor. Bizler de Bükreş’in sokaklarını dolaşıp yerel yiyeceklerinden tatma fırsatını yakalıyoruz. Her zaman diyoruz: Bizler iddialı sonradan Gurme’yiz.
Akşam karanlığı henüz basmadan otelimizdeyiz. Biraz dinlendikten sonra dışarıya çıkıp turlamayı planlıyoruz; ama o yorgunlukla kimse dışarıya çıkamıyor. Yol yorgunluğunu atmak için erkenden yataklardayız. Sabaha kadar çılgınca uyku yani…
ŞATOLAR BÖLGESİNE YOLCULUK
Erkenden kalkıyoruz. Bugün bizi Transilvanya, yani Romanya’nın kuzeyindeki şatolar bölgesi bekliyor. Rehberimiz donanımlı, genel olarak dünya tarihi, Bulgaristan ve Romanya tarihine hâkim, Romanya’nın tarihi, buradaki şatolarla ilgili bizleri bilgilendiriyor. Yolcuk boyunca yemyeşil tarlaların yerini küçük tepeler ve ardından yüksek dağların aldığını fark ediyoruz. Nihayet, İşte karşımızda haşmetli Karpatlar beliriveriyor karşımızda. Burada bir doğa yürüyüşü organize edilebilir pekâlâ.
Kont Vladimir’in şatosu hedefimizde. Tarihe Kazıklı Voyvoda diye geçen, kendisine muhalefet edenleri kazığa oturtarak öldüren bu gaddar şahsiyetin mekânını ziyaret etme fırsatı buluyoruz; ama ona ilham veren de bizim atalarımızın olduğunu da eklemeden geçmeyelim. Diğer adıyla Kont Drakula; yani yüzyılımızın başında İrlandalı yazar Bram Stoker’in buradan ilham alarak kaleme aldığı-tabii ki gerçekle ilgisi olmayan, vampir öykülerini de peşinden çağırmış-fantastik kahramanın da mekânı olduğunu ilave edelim ek bilgi olarak.
Transilvanya (Romanya’daki bu bölgenin adı) gezimiz şatolar diyarı diye geçmesine rağmen sadece bir şato ile sınırlı kaldığı için bizde hayal kırıklığı yarattı. Dönüşümüzde Braşov’u ziyaret ettik, buradaki mimariyi inceleme fırsatımız oldu; ancak hayal ettiğim sağda solda tek başına bulunan şatoları göremediğim için beklentim karşılanmadı. Burasının kış turizmi ile zenginleşmiş bir yer olduğunu gözlemliyoruz.
Akşamüzeri otelimizdeyiz. Hüseyin Sarı Hoca’mdan edindiğim alışkanlıkla yeni bir şehri koşarak tanımak adına, otelden şehir merkezine yaklaşık 15 kilometrelik bir koşumu akşamdan gerçekleştiriyorum, jogging tadında. Gece güzelce dinlendikten sonra sabah yine erken saatlerde yola koyulacağız, sabah antrenmana zaman yetmeyebilir.
GÜZEL OLAN, YOLDA OLMAK
Sırasıyla Rusçuk, oradan Plevne’den geçerek Sofya’yı ziyaret ediyoruz. Daha önceden burayı birkaç kez ziyaret etmiştik, bu kez de panoramik oldu. Olsundu, yollardaydık. Yeni yerler, yeki kültürler tanıyorduk. Güzle olan da buydu: Yolda olmak!
Şimdi Ploviv’deyiz. Yani Filibe… Büyük İskender’in babası adına kurulmuş, Sofya’dan da eski şehir. Geçmiş yıllardan Bulgaristan’ın Kurtuluş Günü, 6 Eylül’de koşuya geldiğimiz için bu şehre de hâkimiz. Burada, sokaklarda gezmektense bir yerde oturup bir şeyler atıştırıyoruz. 2019 yılında buranın kültür şehri ilan edilmesi ile daha da güzelleşen ana caddesinde turlamak, Roma dönemi kalıntıları eşliğinde vitrinleri seyretmek tavsiye olunur, burası için.
Vakit, pazar akşamüzeri, Plovdiv’i geride bırakıyoruz, uzun bir yol bizi bekliyor. İyice kaynaşmış ekibimiz bu zorlu yolu, solo şarkılar, türküler, düetler; koro şarkılar, nostaljik melodilerle (70’ler, 80’ler) kolaylaştırıyor, güzelleştiriyor. Şarkılar, türküler esnasında kadın gezginlerimizin eşlerini özlediklerini, onların adlarını da ilave ederek kâh coştuklarını kâh hüzünlendiklerini fark ediyoruz. Ah sevgi, ah aşk!.. Ne güzel duygusun sen, iyi ki varsın. Dünya sevgiyle dönüyor, dönsün. Gözlerimiz doluyor, yolculukta da, bu satırları yazarken de…
Gece yarısı gibi Edirne Kapıkule sınır kapısından geçerek İstanbul’a doğru yol alıyoruz. Öncesine Mustafa’nın yerine tabii ki uğradık. Bilen bilir. Uzun, maceralı bir yolculuktan sonra nihayet Bursa’mızdayız, sabah mesaisine yetişiyoruz. İlle de vatan…
Bir yolculuğun en iyi ölçüsü kat ettiğin kilometreler değil, yolculuk sırasında edindiğin arkadaşlardır. (Tim Cahill) Selamlar, sevgiler ön koltuğumuzda oturan iki güzel kalp ve rehberiyle, kaptanlarıyla tüm otobüs.
————
Namık Budak