Seferihisar açıklarındaki 6.6 büyüklüğündeki deprem başta Bayraklı olmak üzere İzmir’de büyük yıkım, can kaybı ve acılara neden oldu. İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu, olası bir depremde İzmir’de yaşanacaklarla ilgili Ocak ayında yayınladığı raporda bu acı tabloya neden olan binalarla ilgili rakamları da açıklayarak uyarıda bulunmuştu. İnşaat Mühendisleri İzmir Şubesi’nin hazırladığı raporda; ülkemizde olası 7 ve üzeri bir depremde yapılan istatistiksel çalışmalar sonucunda yapı stokunun yüzde 6’sının yıkılacağı bir o kadarının da hasar göreceğinin tahmin edildiği vurgulandı. İzmir ele alındığında ise İzmir’de olası bir depremde 75.000 binanın kullanılmaz hale geleceği ve can kaybının da en iyimser tahminle 30 bin civarında olacağına dikkat çekildi.
Hangi yapılar güvenli?
Açıklamada; Yapıldığı dönemin deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılan, konusunda uzman inşaat mühendisleri tarafından projelendirilen, yapım işi, projesine uygun olarak şantiye mühendisinin gözetiminde yapı denetimli olarak yapılan, projesinde tasarlandığı gibi, uygun yapı malzemeleri kullanılan, projesinde tasarlandığı kullanım amacına uygun olarak kullanılan. (konut, işyeri, okul v.s), proje dışında imalatların yapılmasına izin verilmediği yapıların depreme karşı güvenli olarak ayakta kalacağı ifade edildi.
İnşaat Mühendisleri İzmir Şube Yönetimi’nin hazırladığı rapor ve açıklaması şöyleydi:
Ülkemizde yaşanan büyüklüğü 7 ve üzerinde olan depremlerde yapılan istatistiksel çalışmalar sonucunda yapı stokunun yaklaşık %6 sının yıkılacağı, bir o kadarının da ağır hasar alacağı tahmin edilmektedir. Bu bilgilerle İzmir ilini ele aldığımızda; İzmir’de yaklaşık 630.000 bina mevcuttur, olası bir İzmir depreminde 75.000 binanın kullanılamaz hale geleceği, can kaybının en iyimser tahminle 30.000 civarında olacağı, alt yapının ve haberleşme ağlarının kullanılamaz hale geleceği öngörülmektedir. Bu bir senaryo olduğu için şu anda etkileyici görülmeyebilir. Ancak bunun er ya da geç yaşanacağı bir gerçektir. Deprem ülkemizin bir gerçeğidir. Böylesi bir depremi İzmir’inde yaşaması kaçınılmazdır. Fay hatları İzmir ve çevre illerini de aynı şekilde tehdit etmektedir. Sürekli depremin ne zaman olacağı soruları sorulmaktadır. Depremin ne zaman olacağı sorusuna cevap bulmak, bugün karşı karşıya olduğumuz deprem riskini azaltmayacaktır. Deprem riskini azaltmak ancak ve ancak zarar azaltma çalışmaları ile mümkündür.
Ülkemizde zarar azaltma çalışmaları kapsamında yapılan çalışmalardan biri 1999 yılında İzmir’de deprem kayıp modeli olarak “İzmir Deprem Master Planı (RADIUS PROJESİ)“ hazırlanmıştır.
İzmir Deprem Master Planı sonuç raporunda yapılacaklar;
- Yapı Stoku Envanteri,
- Kaçak yapıların izlenmesi -denetlenmesi ve ilçe belediyelerin imara ilişkin faaliyetlerinin denetlenmesi
- Merkez kentte belirlenen yenileme program alanları,
- Kentsel dönüşüm ya da daha doğru bir deyişle yenileme,
- Tarihsel dokunun korunması ve sağlıklaştırılmasına yönelik çalışmaları sürdürme olarak sıralanmaktadır.
Bir diğer çalışma 2012 yılında Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı (UDSEP) hazırlanmıştır. Bu planda çeşitli kurumlara görevler verilmiş olup Bina stokuna ilişkin görevler Belediyelere verilmiştir.
Her iki plana göre de yapı stoku envanterinin önemi ortadır. Özellikle Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planına göre 2017 yılı sonuna kadar ülkemizde bina envanterinin tamamlanmış olması gerekirken envanter çalışmaları oldukça sınırlı düzeyde kalmıştır. 2012 yılında İzmir de Seferihisar ve Balçova’da envanter çalışmaları yapılmıştır. Özellikle kentsel planlama açısından yapı stokunun yapılması önemlidir. Yerel yönetimlerin bu konuya öncelik vermesi gerekmektedir. Yapı stoku envanter çalışması kentsel planlamaya altlık oluşturan önemli bir çalışmadır.
Yapılan eylem planları, master planları, deprem çalıştayları veya deprem konferansları zarar azaltma çalışmaları kapsamında çok değerli çalışmalardır. Sonuçları itibarı ile yerel ve merkezi yönetimlere görev vermektedir. Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen gereğinin ilgili kuruluşlarca yerine getirilmemiş olması konuya verdiğimiz önemi göstermektedir.
Elazığ’da yaşanan depremin ardından Elazığ’ın yapı stokuna baktığımızda, aynı bölgede yıkılan yapıların yanı başında ayakta kalan ve içinde barındırdığı insanların “CAN GÜVENLİĞİNİ” sağlayan binaların olduğunu da gördük. Aynı zemin üzerine inşa edilmiş betonarme yapıların aynı deprem etkisine maruz kalıp farklı davranış göstermesinin nedeni ne olabilir diye düşünmelidir herkes.
Depreme dayanıklı yapı nedir?
- Yapıldığı dönemin deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılan
- Konusunda uzman inşaat mühendisleri tarafından projelendirilen
- Yapım işi, projesine uygun olarak şantiye mühendisinin gözetiminde Yapı Denetimli olarak yapılan
- Projesinde tasarlandığı gibi, uygun yapı malzemeleri kullanılan
- Projesinde tasarlandığı kullanım amacına uygun olarak kullanılan. (konut, işyeri, okul v.s)
- Proje dışında imalatların yapılmasına izin verilmediği yapılardır.
Elazığ’da 6.8 büyüklüğündeki depremde ayakta kalan, hasar görse de içinde yaşayanların hayatta kalmasını sağlayan yapılar yukarıda saydığım ilkeler doğrultusunda yapılmıştır.
Mevcut yapı stokumuzun büyük bir çoğunluğu 01 Ocak 2019 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği 2018 in talep ettiği kriterleri yerine getirmekten çok uzaktır. Projesine uyularak inşa edilmiş olsa 1975 yönetmeliği ile yapılmış bir bina dahi ağır hasar almasına rağmen ayakta kalabilecekken, denetime tabi tutulmadan kontrolsüz bir şekilde inşa edilmiş milyonlarca yapı şehirlerimizde canlı bomba gibi çökecekleri günü beklemektedir.
Günümüz şartlarında standart haline gelen hazır beton kullanımının olmadığı yıllarda inşa edilmiş her yapı acilen kontrol edilmelidir. Müteahhidin ve inşaat ustasının insafına göre imal edilmiş elle karma betonların karot dayanım sonuçları ne yazık ki faciadır. İşlenmesi kolay olması için bol su ile hazırlanmış betonlar yapıların ayakta kalması için gerekli olan dayanım değerlerinden çok uzaktır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda bu güne kadar yapılmış tüm riskli bina tespitlerinin arşiv bilgisi mevcuttur. Bakanlık elindeki verileri kamuoyu ile paylaşırsa Yapı Stokumuzun durumu daha net anlaşılacaktır.
Betonarmenin ikinci asli unsuru olan donatı çeliğinin nervürsüz yani düz demir olması, deprem anında beton ve demirin birlikte çalışmasına engel teşkil etmektedir. Depremlerde yıkılan binalara baktığımızda bu demirlerin betonun içinden sıyrılıp çıktığı ve işlevini yerine getiremediği gözlenmektedir.
Yapıların deprem anında en çok zorlandığı ve sünek davranış dediğimiz esneme hareketini yaptığı birleşim bölgelerinde yapılması gereken etriye sıklaştırmalarının ne yazık ki pek çok yapıda yapılmadığı ve bunun da deprem anında pek çok binanın yıkılmasına sebep olacağı su götürmez bir gerçektir.
Tüm bunların yanında su yalıtımı yapılmamış binalarda, özellikle deniz kıyısında konumlanmış şehirlerimizde, tuzlu suların donatı çeliği ile girdiği kimyasal reaksiyon sonucu oluşan korozyon, yapı güvenliğini daha temel safhasında yok etmektedir. Özellikle bodrum ve zemin katlarda donatıların pul pul döküldüğü pek çok binada apaçık bir şekilde görülmektedir.
Depremlerden korkmadan yaşamanın tek yolu mühendislik hizmeti almış, etkili bir şekilde denetlenmiş yapılar inşa etmektir. Bunun da bir an evvel yapılması gerekmektedir. Yaşadığımız her depremin arkasından “umarım tekrar yaşamayız” temennilerinde bulunmak bilimsel gerçekleri göz ardı etmektir. Deprem gerçeğini unutmak insan hayatını önemsememektir. Oysaki asla geri döndüremeyeceğimiz bir şey varsa oda insan hayatıdır. Devleti yönetenlere ve tüm vatandaşlara çok büyük bir uyarıdır. Acilen şehrimizdeki ve ülkemizdeki tüm yapıların envanter çalışmaları yapılmalı, tüm tarafların bilimin ışığında aynı masa etrafında oturması ve kentsel dönüşümün sistematik bir şekilde hızlandırılması gerekmektedir.